Son gelişmeleri ve Türk dış politikasına yansımalarını Ceyda Karan’a değerlendiren TOBB Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek, Türkiye’nin öngörülebilirliğinin bittiğini, ekonomik krizin derinleşeceğini, AKP ve halkın gerçeklikten koptuğunu, tek parametre olarak döviz kurunun kaldığına dikkat çekti. ABD ile yeni gerilim ve tetiklenen ekonomik krizi yorumlayan Doç. Özpek’e göre Türkiye, öngörülebilir ulus devlet kimliğini yitirirken, bu durum hakim söylemin aksine daha bağımlı bir Türkiye’nin ortaya çıkmasına yol açıyor. Özpek, ‘ABD’den koptum, Rusya ve Çin ile müttefik olacağım’ söyleminin ‘çocukça’ olduğu yorumunu yaptı.
‘TÜRKİYE’DE ÖLÇÜLEBİLİR KRİTERLER YOK, İNSANLAR GERÇEKLİKLE SADECE YÜZLEŞTİKLERİ ZAMAN MUHATAP OLABİLİYORLAR’
Burak Bilgehan Özpek’e göre Türkiye’de medya, akademi ve sivil toplum üzerindeki hükümet ‘gölgesi’, insanların soyut düşünce geliştirmelerini önlüyor ve bu yüzden insanlar, gerçeklikle sadece yüzleştikleri zaman muhatap olabiliyorlar:
‘’Türkiye ekonomisi ve siyasetindeki tablo, aslında biraz soyut düşünebilen, mevcut yönetim anlayışını kavramsallaştırabilen insanları şaşırtan bir durum değil. Hatta bu kadar geç kalmış olması beni şaşırtıyordu açıkçası. Malumunuz Türkiye’de ölçülebilir kriterler yok. Yani insanlar gerçeklikle sadece yüzleştikleri zaman muhatap olabiliyorlar. Türkiye’de medya, sivil toplum, akademi üzerindeki hükümet gölgesi, insanların geleceğe dair veya geçmişe dair soyut düşünce geliştirmelerini önlüyor. Dolayısıyla insanlar ülke ekonomisinin iyi ya da kötü olup olmayacağını ya da iyi ya da kötü olup olmadığını sadece tecrübe ederek yaşayabilirler.”
‘DOLAR KURU TEK PARAMETRE OLARAK KALDI, GERÇEKLERDEN KAÇILABİLİR AMA KAÇMANIN SONUÇLARINDAN KAÇAMAZSINIZ’
Özpek, ekonomideki kötü gidişatın halktan gizlenmeye çalışıldığını fakat gerçeklerden kaçmanın sonuçlarından kaçılamayacağını söylerken, dolar kurunun ölçülebilir tek parametre olarak kaldığı yorumunu yaptı:
‘’Ortada ölçülebilecek herhangi bir parametre yok, dolar kurundan başka. Hükümetin performansını değerlendirdiğiniz zaman aslında televizyonları izlemek ya da gazeteleri okumak çok yeterli değil. Dolayısıyla döviz kuru Türkiye’deki hükümetin performansını ölçmek için tek parametre olarak kaldığı için ve bu da gittikçe kötüye gittiği için açıkçası haliyle bu da muhtemelen halktan gizlenecek. Bunu gizleyebilirsiniz, gerçeklerden kaçabilirsiniz ama gerçeklerden kaçmanın sonuçlarından kaçamazsınız. Bununla bir yerde yüzleşeceksiniz. Peynir ekmek alırken, petrol alırken, klasik hayatınızı devam ettirirken yüzleşeceksiniz.”
‘AKP, 2002’DE KURUMSAL ENERJİSİ YÜKSEK BİR TÜRKİYE DEVRALDI, FAKAT ŞİMDİ ORADAN GERİYE GİDİŞ VAR’
İktidar partisinin 2002’de kurumsal enerjisi yüksek bir Türkiye devraldığını söyleyen Özpek’e göre bu enerjiye sahip bir Türkiye’den gerilere gidildi:
‘’Bu ekonomik kriz aslında Türkiye’nin geçmiş dönemlerde yaşadığı krizlerden biraz farklı. Geçmiş dönemlerde biz devletin borçlandığı fakat hane halkının çok borçlu olmadığı bir durum yaşıyorduk. Geride bıraktığımız 15 senede çok enteresan bir dönem oldu. 2002 senesinde AKP, kurumsal reform enerjisi çok yüksek bir Türkiye devraldı. Derviş reformları yapılmıştı, kamu ihale kanunu Avrupa Birliği ve Dünya Bankası yardımıyla uluslararası standartlara getirilmişti, Avrupa Birliği uyum sürecine girilmişti. Yani Türkiye’de kurumsallaşma adına çok önemli adımlar atılmıştı. 2002 senesinde AKP’nin devraldığı Türkiye aslında bu enerjiye sahip bir ülkeydi. Terör sorununu çözmüş, kurumlarını özerkleştirmiş, Merkez Bankası’nın özerkliğini sağlamış, bütçesini dengeye oturtmuş ve AB’ye üye olmaya çalışan bir ülkeydi, şimdi o noktadan bu noktaya getirip, eski Türkiye ile kıyaslama yapmak bana çok adil gelmiyor. Çünkü 1985’in Türkiye’si ile 2018’i kıyaslayıp hep aynıydı diyemeyiz. 2002’de Türkiye’de önemli bir kurumsallaşma enerjisi vardı, oradan geriye gidiş söz konusu. Bu bir süre devam ettirildi. Devam ettirilme sebebi de kurumsallığa olan inanç olduğu kanaatinde değilim yani ekonomi ne kadar iyi olursa AKP için o dönemlerde askerin kendisine yönelik şüpheci tavrını o kadar daha bertaraf edebilirdi.”
‘2002’DEKİ KURUMSALLAŞMANIN YERİNİ KEYFİLİK ALDI’
Türkiye’nin temel bir yönetim sorununun yansımalarını yaşadığını söyleyen Özpek’e göre 2002’deki kurumsallaşma enerjisinin yerini keyfi bir yönetim aldı: ‘’Fakat iktidarın kontrolü tamamıyla ele geçirdikten sonra yani bürokrasi içerisinde siyasi iktidarını konsolide ettikten sonra bu kurumsallaşmanın yerini keyfi yönetimin aldığını görüyoruz. Üstelik keyfiliğe atfedilen de çok enteresan bir şekilde bir kıymet olduğunu gördük. Sanki süreçler keyfi olursa, bürokrasi keyfi bir biçimde organize edilirse, hukuk keyfi bir şekilde yönlendirilirse, medya, iş dünyası keyfi bir şekilde yönlendirilirse hızlı kararlar alınacak ve bu alınacak hızlı kararlar da çok ulvi, hikmetinden sual olunmayan bir akıl tarafından alındığı için Türkiye’yi hızlı bir şekilde kalkındıracak diye bir argümanla karşılaştık. Gökten peygamber inse, bütün sistemi, bütün bürokrasiyi, bütün sivil toplumu, bütün akademiyi, bütün iş dünyasını ve bütün dış ilişkileri tek bir akılla yönetmeye kalksa muhtemelen çok temel sorunlarla karşılaşacak. Hiç kimse bu kadar zeki değil. Bu yüzden devlet dediğimiz, yasalar dediğimiz ya da kurumlar dediğimiz çerçeveye biz ihtiyaç duyuyoruz, bu mekanizma işleyebilsin diye. Bu mekanizmayı tek bir kişinin eline verdiğiniz zaman burada önemli bir kapasite problemi yaşıyoruz. Bence Türkiye’nin yaşadığı sorun sade bir sorun değil. Türkiye başka bir sorun yaşıyor, biz bunun iktisattaki yansımalarını görüyoruz, sporda yansımalarını görüyoruz, sanatta yansımalarını görüyoruz, dış politikada yansımalarını görüyoruz. Sadece gördüğümüz zaman belirli bir alanda sorun yaşıyoruz gibi görülüyor fakat bu alanlar çok daha temel bir yönetim sorununun yansımalarından ibaret.”
‘TÜRKİYE, ÖNGÖRÜLEBİLİR ULUS DEVLET KİMLİĞİNİ KAYBETTİ, BU DURUMDAN DAHA BAĞIMLI BİR TÜRKİYE TABLOSU ÇIKAR’
Özpek, hakim dilin aksine Türkiye’nin öngörülebilir ulus devlet kimliğini kaybetmesinden, daha bağımlı bir Türkiye tablosunun çıkacağını söylerken, Türkiye’nin bir gün dost olarak gördüğü devleti öbür gün düşman olarak görmesinin pragmatizm değil savrulma olduğu yorumunu yaptı:
‘’Bu durumdan daha bağımlı ve daha asimetrik ilişki kuran bir Türkiye tablosu çıkar. Hâkim dil Türkiye’nin daha bağımsız, daha egemen, dünyada daha saygın bir imajı olduğunu telkin ediyor kamuoyuna, fakat bunun aksine ben tam tersi olacağını düşünüyorum. Açıkçası sadece ABD ile de alakalı değil, uluslararası sistem içerisinde Türkiye’nin bir ulus devlet olma kimliğini yavaş yavaş yitirdiğini gözlemliyoruz. Ne demek bu? Ulus devlet, devletin onu yönetenlerden bağımsız bir kişiliğinin olması demek. Yani yöneten kim olursa olsun, yönetenlerin de uyması gereken bir kurallar bütününe sahip bir devletin olması icap ediyor. Yani devletin kişilerden, şahıslardan ve partilerden bağımsız bir kişiliği var. Bu bağımsızlığı sağlayabilmesi için de devletin yasaları ve kurumları olması gerekiyor. Bu yasalar ve kurumlar sayesinde biz devletlerin içerde ve dışarda nasıl hareket edeceklerini öngörebiliriz.
Burada benim muradım bir devletin demokratik olması ya da otoriter olması değil, devlet olması. Bu bambaşka bir şeydir. Bir devlet kararlarını parlamento üzerinden alabilir, kararlarını belirli bir elit üzerinden alabilir, mesela Çin Komünist Partisi buna bir örnektir. Fakat günün sonunda bu devlet belirli kaidelere, belirli kurallara uyma eğilimi gösteriyorsa burada bir uluslararası sistem içerisinde öngörülebilir aktörden bahsedebiliriz. Bu devletlerle çatışabilirsiniz, çok doğal bir şeydir uluslararası ilişkilerde. Fakat bu devletlerle işbirliği de yapabilirsiniz, işbirliğinin ne zaman bozulacağı, çatışmanın ne zaman başlayacağı aşağı yukarı bellidir. Türkiye bu bağlamda artık öngörülebilir bir aktör değil maalesef. Çünkü Türkiye kurumsal çerçevesini yitirdiği için bugün mesela sevinçle karşıladığımız ABD ziyareti —olacak mı olmayacak mı bilmiyorum, haber doğru mu değil mi ondan da emin değilim- mesela yarın büyük bir nefrete dönüşebilir, ondan sonraki gün büyük bir sevince dönüşebilir, bugünkü dostlar yarın hızlı bir şekilde düşmana dönüşebilir. Uluslararası sistem içerisinde bu tür durumlara biz pragmatizm demiyoruz, bu tip durumlara biz savrulma diyoruz. Ülkelerin dış politika doktrinleri, savunma doktrinleri vardır ve bunlar üzerinden bir politika, bir strateji takip ederler. Bunu kendi kamuoylarıyla paylaşabilirler ya da paylaşmayabilirler, bu ayrı bir konudur. Fakat uluslararası sistemin diğer aktörleriyle paylaşmak zorundadır ve buna bakarak diğer aktörler de kendi tavırlarını belirler.”
‘3 SENE ÖNCE PYD’Yİ ANKARA’DA AĞIRLAYAN TÜRKİYE, ŞİMDİ DÜNYANIN ONU TERÖR ÖRGÜTÜ OLARAK KABUL ETMESİNİ İSTİYOR’
Türkiye’nin 3 sene önce PYD’yi Ankara’da ağırlamasına rağmen şimdi dünyadan terör örgütü olarak kabul edilmesi istediğine değinen Özpek, bunun çok ütopik olduğunu ve uluslararası ilişkiler dünyasına uygun olmadığını dile getirdi:
‘’Türkiye’nin son 10 senede düşman ve dost ilan ettiği aktörlere bakın. Eğer dünya, Türkiye’nin tavrına göre, politikalarına göre tavır alsaydı büyük bir savrulma içerisinde olurduk. Mesela PYD ile ilişkiler nasıl olacak? 2013 senesinde, 2014 senesinde eğer Türkiye ile uyumlu hale gelmeye çalışsaydı PYD dünya için gayet kabul edilebilir bir aktördü. 2016 senesine gelindiği zaman Türkiye bunun terör örgütü olmasını istiyor ve dünyanın da bunu kabul etmesini istiyor. Belki PYD terör örgütü, bunu tartışmıyorum. Sizin terör örgütü olarak kabul ettiğiniz bir örgütü 3 sene önce Ankara’da ağırlamanız ve dünyanın da size göre tavır almasını beklemeniz çok ütopik bir durum uluslararası ilişkilerin temel dinamikleri düşünüldüğünde. Dolayısıyla hani Türkiye’nin dünyaya öngörülebilir, tahmin edilebilir bir aktör olduğunu ortaya koyabilmesi için kendi içerisindeki yasal çerçevesini muhafaza etmesi lazım.
Terör örgütü olarak tanımladığı ya da dış politika tehdidi olarak tanımladığı aktörlerle geçmişte ilişkiye girmiş olan politikacıları ve bürokratları bizzat kendisinin bu kanunlara göre yargılaması gerekiyor. Yargıladığınız zaman siz dünyaya inandırıcı bir mesaj verebilirsiniz ve dünyanın da sizinle beraber aynı pozisyonda konumlanmasını sağlayabilirsiniz. Bunu yapmazsanız politik olarak sizin ikbalinizi garantiye alan adımları konjonktürel olarak değiştirirseniz ve dünyanın da buna uyum sağlamasını isterseniz, kusura bakmayın uluslararası ilişkiler, uluslararası böyle bir yer değil. O bakımdan öngörülebilirliğini ve ulus devlet olma özelliğini yitirdiğini düşünüyorum.”
‘AKP KENDİNİ SINIRLANDIRAMAZ, EKONOMİK KRİZ DERİNLEŞECEK’
Liberal demokrasilerin kendi içlerinde taşıdığı paradoksa değinen Özpek’e göre Ak Parti, kendini sınırlandıramayacağından dolayı ekonomik kriz daha da derinleşecek ve Türkiye’nin ulusal güç kapasitesi düşecek:
‘’Ben iyimser tarafta değilim. Çünkü kapitalizmin krizlerini çözmek için bir tepki vermeniz gerekiyor. Vereceğiniz tepki de Türkiye’nin şu anda benimsediği yönetim modelinin çok dışında bir tepki. Yani liberal demokrasilerde kapitalist sistemler aslında kendi içlerinde bir paradoks barındırır. Bu paradoks da halkın onayına sunulmuş ve mülkiyet, ticaret hakkı gibi prensiplerin halkın onayına emanet edildiği bir sistemdir açıkçası. Bu bazı zamanlarda paradoks oluşturur yani halkın seçtiği kişiler bu prensipleri ihlal ederse kapitalizme karşı bir tepki veremez hale gelir ülkeler ve çok daha derin, kapitalist krizden daha derin bir kriz yaşarlar. Dolayısıyla meşruluğunu halktan alan Erdoğan yönetiminin bu kapitalizmin krizine vereceği cevap açıkçası halkı biraz karar verme süreçlerinden izole etmeye, halkın beklentilerini, popülizmi bir kenara atmayı beraberinde getiriyor. Kurumları inşa etmeyi hatta Erdoğan kabinesinin de bu kurumlara ram olmasını gerektiriyor. Yani Erdoğan’ın ve kabinenin yetki alanının, icra alanının bizzat piyasa ekonomisinin temel prensipleri tarafından denetlendiği ve sınırlandığı bir durumdan bahsediyorum. Bu durumu halk oyuyla değiştiremezsin, halk oyuyla değiştirmeye kalktığın zaman Dolar 5 Lira, 10 Lira olur.
Yani paradoks şuradadır ki: Liberal demokrasiler halka yönetimi belirleme yetkisi verir fakat yönetime halkın her istediğini yapma yetkisi vermez. O bakımdan eğer bu anahtar argümanı benimseyemezseniz küreselleşen dünyada, kapitalist bir oyunun oynandığı dünyada krizler içerisinde sürüklenirsiniz. O bakımdan ben AKP’nin performansına, söylemlerine ve 16 yıllık yönetimine baktığım zaman halkı izole edebileceklerini ve piyasa ekonomisinin kurumlarını, kurallarını benimseyip kendilerini sınırlandırabileceklerini düşünmüyorum. Dolayısıyla bugünün sonunda ekonomik krizin derinleşmesine ve Türkiye’nin ulusal güç kapasitesinin muazzam ölçüde düşmesini beraberinde getirir.”
‘RUSYA İLE ÇİN, ABD’DEN KOPMUŞ TÜRKİYE’Yİ ARALARINA HEMEN KABUL ETMEZ, TÜRKİYE’NİN BU DEVLETLERE ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK SUNMASI GEREKİYOR’
Rusya ile Çin’in ABD’den kopmuş bir Türkiye’yi iştahla yanlarına kabul etmeyeceğini düşünen Özpek’e göre Türkiye’nin uluslararası sistem içerisinde hareket eden bu devletlere öngörülebilirlik sunması gerekiyor:
‘’Dış politikaya da yansır bu. En büyük yanılgılardan bir tanesi ABD ile girilen bu ihtilafın Türkiye’yi kendiliğinden Rusya ve Çin gibi ülkelerle yakınlaştıracağını düşünmektir. Buna katılmıyorum. Rusya ve Çin gibi devletler biraz önce bahsettiğim uluslararası sistem içerisinde hareket eden devlet modeline çok uygun devletler, çok öngörülebilir devletler. Birçok açıdan eleştirebilirsiniz, birçok açıdan bu devletler hakkında yorum yapabilirsiniz fakat günün sonunda bu devletler uluslararası istikrara hizmet eden, öngörülebilir devletler ve bu devletlerle işbirliği yapılabilir, bu devletlerle çalışma yapılabilir ve bunların hepsinin bir kaidesi vardır. Dolayısıyla Rusya’nın ve Çin’in hemen ABD’den kopmuş bir Türkiye’yi iştahla kendi aralarına kabul edeceği varsayımına da katılmıyorum açıkçası. Türkiye’nin öncelikli olarak bu devletlerle kurduğu ilişkilerde bu devletlere bir öngörülebilirlik sunması gerekiyor. O yüzden dosyaları çok kısa ve sınırlı tutuyor Rusya, Türkiye ilişkilerinde, yani uzun vadeli bir projeksiyon içerisine girmek istemiyor. Çünkü ortada hakikaten tahmin edilmesi zor bir aktör var. Siyasi ikbali tehlikeye girdiği zaman herhangi bir konuda kestirilemeyen bir hamleyi son derece hızlı bir şekilde yapan ve buna da pragmatizm adını veren, kazanmak için ülkenin dış politika kredibilitesini kolaylıkla harcayabilen bir aktörden bahsediyoruz burada.”
‘TÜRKİYE’NİN RUSYA İLE KOLAY İLİŞKİ GELİŞTİRMESİ ZOR, BUNU HAK ETMESİ GEREKİR’
Türkiye’nin kurumsallığını ve öngörülebilirliğini yitirmiş bir devlet olarak Rusya ile ilişki geliştirmesinin kolay olmadığını dile getiren Özpek, ‘ABD’den koptum, Çin ve Rusya ile müttefik olacağım’ söyleminin çocukça ve basit bir beklenti olduğunu söyledi:
‘’Dolayısıyla Türkiye’nin Rus ittifakına yaklaşması, ABD’den uzaklaşması gibi şeyler çok iyimser senaryolar. Benim kendi senaryom Türkiye’nin ABD’den kopması, Rusya’yla simetrik ilişki geliştiremeyecek olması, ekonomisi bozulmuş, ordusu zayıflamış, iç istikrarı bozulmuş, sosyal meseleleri ayyuka çıkmış bir Türkiye’nin Rusya’yla bu kadar kolay bir ilişki geliştirmesini beklemiyorum ben. İşbirliği yapmak, ilişki geliştirmek hak edilmeyi gerektiren bir durumdur. Türkiye’nin bunu hak etmesi gerekir. Hak etmesi için de hakikaten bir devlet kurumunu inşa etmekle işe başlaması icap ediyor. Aksi takdirde ABD’den koptum, Rusya’yla iş birliği yapacağım, Çin’le müttefik olacağım, bunlar açıkça söylemek gerekirse çok çocukça, çok basit, yüzeysel beklentiler.”
‘DIŞ POLİTİKAYI TİCARİ İLİŞKİLER GİBİ ALGILAMAK ZARARLI, BU TÜRKİYE’Yİ DAHA BAĞIMLI HALE GETİRİR’
Burak Bilgehan Özpek son olarak Trump’ın kişiliği üzerinden yapılacak değerlendirmelerin yanlış olacağını, Trump’ın arkasında ciddi doktrinler olduğunu belirtirken, ticari ilişki yürütür gibi dış politika yürütmenin Türkiye’yi daha bağımlı hale getireceğini söyledi:
‘’Trump’ın kişiliği üzerinden ya da Trump’ın kendi çevresindeki ilişkisi üzerinden bir analiz nasıl yapabilirsiniz siz? Yani ortada Amerikan demokrasisi, Amerikan kurumları ve Trump’ı destekleyen, önemli bir dış politika doktrini var. Yani bunlar Trump’ın çılgınlıkları, Trump’ın öngörülemezlikleri, Trump’ın dünyayı felakete sürükleme arzusunun sonuçları değil. Ortada iyi analiz edilmesi gereken bir dış politika doktrini var. Trump demokrasiyi dış politikadan izole etmek istiyor. Trump ulus devlet modeline geri dönmek istiyor. Trump rakipleriyle oturup konuşmayı, onları sınırlarının dışına çıkmamaya ancak konuşarak, diyalogla, diplomasiyle, hükümetler arasındaki ilişkilerle ikna edebileceğini düşünüyor. Ortada böyle bir dış politika doktrini var, bunun destekçileri var. Kissenger yazıyor, John Bolton yazıyor. Yani bunları okumadan, ‘Trump iyi ama çevresi kötü’ gibi böyle yüzeysel analiz yapmak ve bununla da hakikaten sadece halkı değil aynı zamanda hükümeti de yönlendirmeye çalışmak, hükümetle halk arasındaki bağlantı çok sıkı olduğu için, hangi politikanın halka, hangi politikanın hükümete gittiğini çok zor anlıyoruz.
Bana sorarsanız, pek bir fark yok. Yani halkı etkilemek için dediğiniz politikaların hepsi hükümet politikasına dönüşüyor zamanla. Dolayısıyla çok yüzeysel okumalarla, böyle Kapalı Çarşı’da kilim, halı dükkânı işletir gibi, bu tip ticari ilişkiler gibi dünyayı algılayarak dış politika yapmak uzun vadede çok zararlı bir mesele. Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırıp, Çin’e veya Rusya’ya yaklaştırmaz, Türkiye’yi savrulan bir ülke haline getirir. Türkiye’yi daha bağımsız kılan bir durum değildir bu, konjonktürel olarak Türkiye hep birilerine daha bağımlı hale gelir ve daha bağımlı hale gelerek bu bağımlılık artarak ilerler.”
Kaynak: Ekonomi – GriHat http://grihat.com/ekonomik-kriz-derinlesecek/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder