Aklımda hep şu soru var: Acaba bugün değil de 1900’lü yılların başları ile 1930’lu yıllarda yaşıyor olsaydım, her iki savaşın kaçınılmaz hale geldiğini geleceğini öngörebilir miydim?
Evet anladınız, aslında aklımdaki esas soru şu: Acaba şu sıralarda bir yerlerde savaş kaçınılmaz hale geliyor ve ben bu gelişmeyi anlamakta zaafta mıyım?
İlk dünya savaşı, biliyoruz, Avusturya Veliahtı’nın Saraybosna’da suikasta uğraması yüzünden çıkmıştı. Veliaht’ın hayatını kaybetmesiyle savaşı başlatan silahların patlaması arasında 37 gün vardır. O süreyi, Avrupalı devletler, kimlerle ittifak yapabileceklerini belirleyip güçler dengesini lehlerine oluşturmaya çalışarak değerlendirmişlerdi.
Gören gözler, o dönemde, “Savaşa gidiliyor” uyarısı yapabiliyordu.
Savaş kokusu 1930’lar boyunca çok daha belirgindi. İlk savaşın mağlubu Almanya, siyasi sistemdeki boşlukları değerlendirerek iktidara erişmiş Adolf Hitler‘in liderliğinde, kaybettiği savaşın rövanşını ağır biçimde almaya hazırlanıyordu.
Hazırlığı görmemek mümkün değildi.
Savaşanlar savaşmama kararlılığında
Can kaybı açısından maliyeti olağanüstü fazla olan -yaklaşık 60 milyon insan- iki savaşın ardından, o savaşın tarafı olan ülkeler, “Bir daha asla” kararlılığına büründükleri gibi, kendi aralarında sürekli barışı sağlayacağına inandıkları kurumsal oluşumları gerçekleştirmeyi de ihmal etmediler.
Bugün, dünya yıkılsa, iki veya daha fazla Avrupa devletinin diğer bir veya birden fazla Avrupa devletine savaş ilan etmesi düşünülemiyor.
İki savaşın karşı cephelerinde bulunmuş ülkeler bugün Avrupa Birliği (AB) ve değişik Avrupalı çatı kurumları içerisinde işbirliği halindeler. Almanya’nın işgaline uğramış Fransa ile tepesine Alman bombaları yağmış İngiltere bugün Almanya ile et ile tırnak gibiler.
Peki iki savaşa da sonradan katılmış ve her ikisinde de dengeleri bir taraf lehine değiştirerek alınan sonuçta en büyük payın sahibi olmuş ABD ile Avrupa’nın iki savaşta yer almış ülkeleri “Her şeye rağmen barış” diyen bir anlayışa mı sahipler?
Böyle olmadıklarını biliyoruz.
ABD ile Avrupalı ülkeler Avrupa dışındaki bölgelerde çıkan küçüklü büyüklü savaşlarda varlıklarını belli ediyorlar. Hemen her coğrafyadaki savaşlarda onların ürettikleri silahlar kullanılıyor. Ayrıca, hemen her Avrupa ülkesi ile ABD’nin bölgede dostları ve düşmanları var. Dostlarının savaşlarını doğrudan veya taşeron kullanarak destekliyorlar; düşman bellediklerinin de zayıflamasını, mümkünse ‘rogue nation’ (haydut millet) veya ‘failed state’ (düşkün devlet) haline dönüşmesini de sağlamaya çalışıyorlar.
Sonuçları görüyoruz; Afganistan, Irak, Libya, Yemen ve Suriye’nin durumları ortada, hiçbiri 10-20 yıl öncesinin gücüne sahip değil bu devletlerin. Herbirinde siyasi belirsizlikler ve iç-savaşlar var.
Savaşın yeni sahası
Yeniden en baştaki soruma dönersem, “Acaba ufukta yeni bir büyük savaş mı var?” sorusu eşliğinde bir şeyleri kaçırıyor olabilir miyim?
‘Büyük savaş’ olabilmesi için en azından ABD ile Rusya’nın çatışmacı taraflar olması gerekir. Her iki ülke dünyanın çeşitli bölgelerinde var olan dostlarıyla ilişkilerini sağlamlaştırma ve yeni dostlar edinme çabası içerisindeler. Belli ki, iki taraf da bir şeylere hazırlanıyorlar.
Rusya ile ABD ikinci savaşta aynı cephedelerdi, ancak ardından ‘Soğuk Savaş’ adı verilen farklı bir çatışmanın tarafları haline dönüştüler. ‘Soğuk Savaş’ta kaybeden Rusya -o zamanki adıyla Sovyetler Birliği- oldu. Sovyetler Birliği tarihe kavuştuğu gibi, Avrupa’daki bağımlı ülkelerini de kaybetti Moskova.
Acaba Rusya’da yönetimde bulunanların da ‘rövanş’ düşüncesi var mıdır?
Suriye’de üslere sahip Rusya, bu arada sempati taarruzlarıyla Türkiye’yi karşı taraftan koparıp yanına çekme gayretinde; buna karşılık ABD de Trump‘ın “Askerlerimi çekeceğim” dediği bölgeye yeniden yüklü yığınak yapma arayışında. En son, Suudi Arabistan’a ek askeri tahkimat yaptı.
Hedefin yaptırımlarla zayıflatılmış İran olduğu belli de, onu tek lokmada mı yutmaya çalışacaklar, yoksa bir-iki başka ülkeyle birlikte mi?
İran’ın kolay lokma olmadığını da unutmamak gerek. O da, üzerine gelecek belayı öngörmüş, cepheyi genişletebileceği izlenimini karşı cephede yer alabileceklere vermek niyetinde. Körfez’de tanker savaşları bu yüzden.
Ülkemiz ilk büyük savaşın kaybedenleri arasındaydı; ikincisinde aynı akıbete uğramaktan başarılı diplomatik manevralarla uzak kaldı. O gün bugündür sınırları dışındaki ihtilaflara karışmama politikası izliyor ve bunu -1 Mart 2003 tezkeresi olayında yaşandığı gibi- bazen iktidarların aksi yöndeki niyetlerine rağmen sürdürüyor.
Acaba füze savunma sistemine (S-400 veya Patriot fark etmez) sahip olma arzusu o politikayı terk edebileceğinin dışa vurumu mu?
Devleti yönetenler de etraftan savaş kokusu alıyor ve o duruma ülkeyi hazırlıyor gibi.
Bu yazı Fehmi Koru'nun kişisel blogundan alınmıştır.
Kaynak: http://aktifhaber.com/analiz/etraftan-fena-halde-savas-kokusu-geliyor-h135177.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder