Türkiye’nin içinden geçtiği süreci, yeni yönetim sistemini, OHAL sonrası yasaları, Dolmabahçe’de devrilen masayı, resmen bitirilen çözüm sürecini, Selahaddin Demirtaş’ı, insan hakları ihlallerini, toplumsal barış ve HDP’nin geleceğini, HDP Sözcüsü İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç, IPA’ya değerlendirdi.
Oluç, yeni yönetim sistemini, “Bütün bu süreci bir faşizmin kurumsallaşması olarak değerlendirdik. Fakat bir tek tanımla ele aldığımızda, derdini tam olarak tanımlayabildiğini düşünmüyoruz.” şeklinde yorumlamıştı.
Hakkı Saruhan Oluç ile yaptığımız röportajın ikinci bölümünü paylaşıyoruz:
“Faşizmin kurumsallaştığı” devlet yapılanmasında HDP’nin izleyeceği yol nasıl olacak? Nasıl bir politik hat belirlediniz?
-Birincisi bu süreç karşısında mümkün olduğu kadar geniş bir demokrasi cephesinin oluşması ve ortak mücadelenin gelişmesi gerekiyor. Burası önemli olan bir yan. Çünkü, baktığımızda bu tür bir yapının sadece bir parti tarafından engellenmesi, durdurulması söz konusu olmaz. Ülkedeki bütün demokrasi ve emek güçlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, yurttaş girişimlerinin, siyasi partilerin bir ortak mücadele zeminine ihtiyacı vardır bu kurulan sistem karşısında. Ve birinci yapılması gerekende budur esas itibariyle.
ORTAK MÜCADELE ZEMİNLERİ GELİŞTİRMEK
-Ortak mücadele zeminlerini geliştirmek. Bunun hangi fikirler etrafında buluşması gerektiğine baktığımızda da aslında çok basit; asgari demokrasi taleplerinde, demokratik hak ve özgürlükler zemininde buluşulması mümkündür diye düşünüyoruz. Biz uzun süredir ortak mücadeleden söz ediyoruz. Ve bunun gerçekleşmesi içinde adımlar atıyoruz. Önümüzdeki döneme de böyle bakıyoruz. Mümkün olduğu kadar geniş bir mücadele cephesinin yerellerde de ayakları olan sadece merkezi yerlerde değil yerellerde de ayakları olan, yerel, toplumsal muhalefet odaklarını güçlendiren bir anlayışla herkesi bir araya getiren mücadele ortaklığına ihtiyaç var. Birinci saptadığımız budur. Önümüzdeki dönem açısında da ortak mücadele hattının gerçekleşmesi için mücadelemizi sürdüreceğiz.
“YEREL SEÇİMLERDE TARİH DEĞİŞİKLİĞİ İÇİN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ŞART”
-İkincisi, yerel seçimlere yaklaşılıyor. Tarihte herhangi bir değişiklik olmazsa ki değişiklik için anayasa değişikliğine ihtiyaç var, Mart 2019 yapılacak yerel seçimler. Bu yerel seçimler önemlidir. Bir kez daha merkezi iktidarın karşısında yerelin gücünü gösterecek, yerel toplumsal muhalefetin gücünü gösterecek bir adım olacaktır. Çünkü bugünki iktidar, tek kişi yönetimi dediğimiz şey aslında Türkiye’deki idari yapıyı mümkün olduğu kadar merkezileştiren, tek bir yere toplayan bir anlayışa sahiptir. Yani merkezi bir iktidar anlayışına sahiptir.
“ADEM-Î MERKEZİYETÇİ BİR ANLAYIŞA SAHİBİZ”
-Bizim ise merkezi iktidar anlayışına karşı vereceğimiz bir sistem alternatifi, cevabı Adem-i Merkezi bir sisteme dayanmaktadır. Bizim anlayışımız, iktidarın bütün alanlarının merkezileşerek tek bir kişi de, tek bir odakta toplanması değil, tam tersine merkezi yetkilerim mümkün olduğu kadar yerellere dağıtılmasıdır. Adem-i Merkezi sistemin anlamı budur. Adem-i Merkezi sistem şu açıdan önemlidir; hem Türkiye gibi büyük bir coğrafi alan da bu dönem de her şeyi bir merkez de gerçekçi ve mümkün değildir nitekim göreceğiz önümüzdeki günlerde, hem de demokratik değildir. Yereller de insanların karar süreçlerine katılması, yönetim süreçlerine katılması çok daha mümkündür ve yerel demokrasi geliştikçe ülkedeki demokrasi de gelişme sağlanır. Eğer bir ülke de yerel demokrasi yoksa merkezde de demokrasi yoktur. Dolayısıyla biz yerel seçimlere giderken de yerel demokrasi anlayışını güçlendirecek, yerel toplumsam muhalefet odaklarını güçlendirecek bir anlayışın öne çıkmasını düşünüyoruz. Ve merkezi iktidarı yereller ile birlikte kuşatmak gerektiğini düşünüyoruz. Böyle bir imkanı vardır. Mücadelenin bu aşamasında yerel seçimlere giderken yerelleri güçlendirmek mümkündür. Bunun için çalışmalarımız yoğunlaştırdık.
Yerelleri güçlendirmek nasıl mümkün olacak?
-Birincisi yerel yönetimlerin merkezi iktidardan alınması önemlidir. Elbette ki hepsini alıp sıfırlamak mümkün değildir ama özellikle metropoller açısından baktığımızda ki İstanbul başta olmak üzere birçok metropollerde de bu durum vardır. Batı metropollerde merkezi iktidardan yerel yönetimlerin alınması mümkündür. 24 Haziran seçimlerinin sonuçları da doğru adaylarla, doğru politikayla ve doğru ittifaklarla aslından bunun yapılabilineceğini göstermiştir. Bir bunun yapılması gerekir. İkincisi de, Kürt illeri açısından da bakarsak özellikle kayyumların atandığı ve kayyumların atanmamış yerlerde dahil olmak üzere, Kürt illerindeki yerel yönetimlerin alınması ve yerel demokrasinin geliştirileceği adımların atılması mümkündür. 24 Haziran sonuçları bize bunu göstermiştir sayısal olarak baktığımızda. Dolayısıyla Batı’da ve Kürt illerinden bunlar gerçekleştirilirse merkezi iktidarın gücünün zayıflaması söz konusu olacaktır.
“AKP YEREL SEÇİMLERDE HEP OY KAYBETTİ”
-Yerel yönetim seçimlerine baktığımız zaman AKP her zaman yerel yönetim seçimlerinde, merkezi seçimlerden daha düşük oy almıştır. 24 Haziran seçimlerinden belki insanlar çok farkına varmadı ama AKP önemli bir oy kaybetti. Yaklaşık 7 buçuk oranlık bir kaybı var. Yerel seçimlerde bu kayıp artacaktır. Yaşadıklarımızı göz önünde bulundurursak. Özellikle ekonomi alanında yaşanmakta olanları göz önünde bulundurursak. Dolayısıyla AKP’yi biraz daha geriletmek, iktidarı biraz daha kuşatmak, sıkıştırmak mümkün hale gelecektir.
Kayyum atanan belediye sayınız nedir?
-Şu an bizim bileşenimizin yönetimde olduğu 94 belediyeye kayyum atandı. 102 belediye vardı. 94’üne kayyum atandı.
HDP, yeni sistemi federasyon modeline götüren bir süreç olarak görüyor mu?
-Böyle bir tartışmamız yok. Böyle bir tartışmanın varlığından da haberdar değiliz açıkçası. Buna dair en ufak bir ışık bile yok. Bir ülkede iktidar merkezileştikçe demokrasi imkanları ortadan kalkar. Ne kadar çok merkezi olursa o kadar çok antidemokratik olur. Antidemokratik derken sadece baskıları kastetmiyorum. Baskı demokrasi koşullarında da yaşanabilir. Sözünü ettiğiniz konulardır esas itibariyle. Bu kadar merkezileşen bir iktidar da federasyon, özerklik ya da eyalet tartışması mümkün değil. Manasız beklentiler olduğunu düşünüyorum.
“BU İKTİDARIN RUHUNDA DEMOKRASİ YOK”
-Bu iktidarın ruhunda bir kere demokrasi yoktur. Bu tür tartışmaların yapılabilmesi için esas itibariyle demokratik zihniyete sahip iktidar olması gerekir. İktidarın ruhunda demokrasi yoksa, demokrasi zihniyetine sahip değilse bu tartışmaları niye yapsın bu iktidar. Bu iktidarın olduğu bir ülkede bu tartışmaların anlamı olabilir mi bu koşullarda? Böyle bir tartışma olduğunu zannetmiyorum. Yapanlar da büyük ihtimalle kendi küçük odaklarında yapıyorlardır. Türkiye’nin geniş toplumsal kesimleri açısında böyle bir tartışmasının olduğunu düşünmüyorum.
Bu sistemde AKP’nin topluma yönelik bir vaadi olabilir mi?
-Şu ana kadar vaat ettiği bizim konuştuğumuz sıralarda Türk lirasının dolar karşısında değer kaybetmesidir. Şu an konuştuğumuzda belki 5,40 civarındadır, siz röportajı yayınladığınızda daha da yukarılara çıkmış olabilir. Bu ekonominin kötüye gidiş ifadelerinden bir tanesidir. AKP’nin önümüzdeki dönemde Türkiye toplumuna vaat ettiği ekonomik olarak bir durgunluk ve ağır işsizlik oranın olduğu, hayat pahalılığının gittikçe arttığı, toplumun emeği ile geçinen kesimleri için, emekçileri, işçileri, yoksulları için dayanılmaz hale gelen bir hayat pahalılığıyla bir enflasyonla karşı karşıya kalınmasıdır. AKP’nin vaadi budur Türkiye’ye.
“TEK ADAMLIK ‘ŞAHANE’ BİR YÖNETİM DEĞİLDİR ASLINDA”
-‘Dolar niye bu kadar yükseliyor?’ ya da Türk Lirası ‘Neden bu kadar çok değer kaybediyor?’ diye tartışırken bakılması gereken yer sadece ekonomik ilişkiler değil, siyasi ilişkilerdir. Sizin tek adam yönetiminiz dünyanın hiçbir yerinde güven uyandıran ve ‘Çok güzel, şahane bir yönetim’ değildir esas itibariyle. Tek adam yönetimi arttıkça ve derinleştikçe Türkiye’deki güvensizlik, istikrarsızlık, ekonomik sıkıntılar artacaktır. AKP-MHP koalisyonun Türkiye’ye vaadi budur aslında. Biz de bunun karşısında mücadele ediyoruz aslında. Bütün toplumsal muhalefeti de bunun karşısında mücadeleye çağıyoruz.
İHD’nin raporuna göre 75 yaşındaki Sisê nine gibi bin 154 hasta tutuklu cezaevinde. Ağır insan hakkı ihlaline giren bu uygulamanın TBMM’de İnsan Hakları Komisyonu’nun inisiyatif almamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Bizim arkadaşlarımız da komisyonda dile getiriyorlar. Bu konuda adım atılması için mücadele ediyorlar. Yeni de değil. Geçen dönem de aynı mücadeleyi sürdürdüler. Hasta tutsaklar meselesi çok uzun zamandır gündem de olan bir konu. 2013-2015 arasında sayın Abdullah Öcalan’la görüşmelerin devam ettiği dönemlerde de gündem de olan bir konudur. Çok sayıda hasta tutsak vardır ve insani bir taleptir bu aslında. İnsanların ağır hastaların özellikle hayatlarının son dönemlerini ailelerinin yanında geçirmesinin çok insani bir şey olduğunu düşünüyoruz. Ve bunu 2013-2015 döneminden beri her fırsatta dile getirdik ve mücadelesini verdik. Maalesef çok az sayıda kişiyi tutsaklıktan çıkartabildik. Ama bir çok insan hayatını kaybetti cezaevinin ağır koşulları altında.
“BU İKTİDAR İNSANÎ TALEBİ KARŞILAYABİLECEK DEMOKRATİK KÜLTÜRE SAHİP DEĞİL”
-Bir siyasi pazarlık konusu değildir kesinlikle. Ama bu iktidar herhangi bir insani talebi karşılayabilecek demokratik kültüre, demokratik değere sahip bir iktidar değildir ne yazık ki. Keşke böyle olmasa da hasta olan tutuklular ailelerinin yanına gidebilseler. Çok önemli bir adım atılmış olur. Ama bu iktidar bu adımı atacak durumda değildir.
Meriç Nehri’nde yasa dışı yollardan kaçmak isterken Meriç’te, Ege’de boğulan insanlar hakkında sosyal medyada ve hükümete yakın gazetelerde, “vatan haini, terörist, iyi oldu geberdiler” gibi ağır hakaretleri siz nasıl yorumluyorsunuz? Yaşanılanlar karşısında toplumun ağzını bıçak açmıyor. Ne oldu, insanlık vicdanını mı kaybetti?
-İnsanlar yaşanılan hak ihlallerine gereken tepkiyi göstermiyorlar. Bu vahim bir durum ama bu iktidar öyle bir toplumsal ve siyasal iklim yarattı ki, büyük bir kutuplaşma çıktı ortaya. Büyük bir gerilim çıktı. Toplum neredeyse parçalara ayrılmış vaziyette ve bu parçaların her biri bir diğerinden çok uç noktada olsa da bu lafla ifade edeyim ‘nefret ediyor’, birbirini sevmiyor. Bu bir ortak, eşit, demokratik birlikte yaşam açısından son derece elverişsiz bir dönemdir. Verdiğiniz örnekte bebekler hayatını yitirdi.
“BEBEKLERE BİLE FETÖ’CÜ DİYEBİLİYORLAR”
-Oranın kaymakamı ‘orada ölenler Fetö’cüydü, teröristti’ diyebiliyor. Hiç olmazsa iki bebek var de. Bebeklere bile Fetö’cü, terörist diyebiliyor bu kaymakam. Bu toplumun aynası bir taraftan baktığımız da. Halbuki bu kaymakam bunu dediği zaman toplumun önemli bir kısmının kalkıp demesi lazım ki ‘insani değerler var, bir ortak kültürümüz var. Bu konuşulacak laf değil.’. Hakikaten bebeğin ne teröristi olacak. İşte böyle bir duruma getirdiler toplumu. Bu iktidarın yaptığı bir şeydir esas itibariyle. Ama ben bu kutuplaşmanın ebediyen böyle gideceği kanaatinde değilim. Bu tür iktidarların dünyanın başka yerlerinde de olduğu zamanlar biliniyor. Tarihsel örnekleri de var bu konuda. Evet, akıl tutulmasının yaşandığı, birtakım insanlık değerlerinin, ortak kültürün yok sayıldığı dönemler kimi toplumlar yaşanmış.
“BU AKIL TUTULMASI GEÇİCİDİR”
Ama bu geçicidir. Bu akıl tutulması geçtiği zaman, insanlar yeniden birbirlerini anlamaya başladıkları zaman aslında demokrasi de gelişmeye başlamış olur. Bizimde mücadelemiz böyle bir mücadeledir. İnsanların birbirlerini anladığı, dinlediği, konuştuğu, müzakere ettiği, diyalogu sürdürdüğü, insani değerlere sahip çıktığı bir toplum hedefidir. Şu an da baktığımız da durum moral bozucu gibi gelebiliyor ama bir taraftan da daha fazla insanın bu durumu fark etmeye, görmeye ve konuşmaya başladığını da görüyoruz. Bu da umut verici yanıdır esas itibariyle.
Son olarak söylemek istedikleriniz…
-Ben hep şunu vurgulamak istiyorum; son 24 Haziran seçimleri de gösterdi ki, elbette seçimler tek ölçü değildir ama buna rağmen söylemek istiyorum Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yüzde 7 buçuk civarından oy kaybına uğramıştır. İyi bir algı yönetimi yaptılar ve toplumun bunu görmesini engellediler. Öyle düşünüyorum ki önümüzdeki yerel seçimler de bu kayıp artacaktır. Dolayısıyla iktidar değişmez değildir. Bu hamleyle, hem 16 Nisan referandumunda hem de 24 Haziran seçimlerinde meşru olmayan yollarla iktidarı sürdürme imkanına sahip olmuşlardır.
“ENSEYİ KARARTACAK DURUM YOK, MÜCADELEYE DEVAM”
-Ama her geçen gün bir aşınma yaşamaktadırlar. Dolayısıyla enseyi karartacak bir şey yoktur. Ve toplumun en az yarısının şu andaki iktidarın icraatlarının ve anlayışının karşısında olduğunu görmek düşünmek gerekir. Ve toplumun yarısı büyükçe, güçlendikçe bu iktidarın değişmesi de gündeme gelecektir. Er ya da geç bir değişim yaşanacaktır. Bu şekilde Türkiye’nin devam etmesi mümkün değildir. Enseyi karartacak bir durum yok. Mücadeleye devam ediyoruz.
KAYNAK: IPA |http://ipahaber.com/2018/08/11/hdp-saruhan-oluc-rop-2/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder