Bu Erdoğan’ın ekonomide dış güçlerin saldırısı nedeniyle yaşandığını iddia ettiği dalgalanmalara karşı zafer kazandıklarını söylediği ilk açıklama değil.
Daha önce defalarca tekrarladı. Ancak Erdoğan söz konusu toplantıda bir konudan daha bahsetti ve bu belki de ekonomide gerçekte ne olduğunun farkına vardığını açıklayan ilk sözleri oldu. Erdoğan aynı toplantıda şunları söylüyordu:
“Halen çözüm bekleyen sıkıntılarımız yok mu? Elbette var. Piyasalarda nakit sıkışıklığı yaşandığını, kredi kanallarının daraldığını buna bağlı olarak üretim ve istihdamda dikkatle üzerinde durulması gereken gelişmelerin yaşandığını biliyoruz. Bunların hepsi ile de ilgili hazırlıklarımız çalışmalarımız planlarımız var. Öncelikli sorunları hal yoluna koyduktan sonra bu sıkıntıları aşmak çok daha rahat olacaktır.”
Piyasanın işleyişi açısından bakıldığında Erdoğan’ın bahsettiği nakit sıkışıklığı AKP iktidarının bugüne kadar hep dış güçlerin saldırısı olarak bahsettiği kur yükselişini durdurmak için atılan adımların doğal bir sonucundan başka bir şey değil.
Evet, Türkiye’de ağustos ayında doların 7.20 TL’ye kadar çıkışına neden olan bir kur atağı artık yok. Dolar bugünlerde 5.50 TL’ye kadar inmiş durumda. Bu gerileme ABD’li rahip Brunson’un serbest bırakılması ve daha da önemlisi Merkez Bankası’nın 13 Eylül’de yaptığı 6.25 puanlık rekor faiz artırımıyla sağlandı.
Bu faiz artırımı doların 3.80’den 7.20 TL’ye çıktığı mart-eylül dönemi arasında yaptığı toplam 11.25 puanlık faiz artırımının son halkasıydı. Ve herkesin bildiği gibi, bu kadar yüksek faiz artışının doğal sonucu olarak piyasada daha önce benzeri ender görülen bir nakit sıkışıklığı başladı.
Yüksek faiz, Türkiye ekonomisindeki derin problemlerin neden olduğu, ancak iktidar tarafından tamamen dış güçlerin saldırısına bağlanan dövizdeki yükselişe en azından şu an bir çözüm buldu. Fakat bu bedava sağlanan bir zafer olmadı ve yapılan faiz artırımlarının normal bir sonucu olarak kriz piyasada kendisini yerel para cinsinden bir tıkanıklık olarak hissettirmeye başladı.
Yani Türkiye’nin kurdaki yükselişe cevabı, bir ekonomik zafer kazanmaktan çok, pratikte krizi farklı bir boyuta evriltip gözlerden uzak tutmaktan öte bir sonuç doğurmadı.
Yani bugün belki dolardaki artış durdu ve geniş halk kitlelerinin durdurulamayan devalüasyon korkusu giderildi. Ancak faiz artışı toplam talebi belirleyen maliyetleri etkilediği için bu kez de başta üretici kesimden başlayarak farklı şikayetlerin gündeme gelmesine neden oldu.
Bugünlerde bir moda haline gelen ve yıl sonunda yaklaşık 7 bin şirkete ulaşması beklenen konkordato trendinin temeli faizdeki yükselişten kaynaklanan nakit sıkışıklığının doğal bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Tabii giderek artan likidite sıkışıklığıyla zor günler geçiren iş dünyası da bu sıkıntılara karşı sesini giderek artırıyor. Örneğin Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu Erdoğan’ın açıklamasından sadece birkaç gün önce piyasadaki nakit sıkışıklığına yönelik açıklamalarda bulunarak, “Piyasada gözle görülür bir yavaşlama var, para dönmüyor” diyerek krizin geldiği yeni boyuta dikkat çekmişti.
Sadece o da değil. Ülkenin en büyüklerinden biri olan Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir de geçen hafta yaptığı açıklamalarda, reel sektörün en çok korktuğu bankaların kredileri geri çağırma olgusunun başladığını belirtti. Özdebir şunları söyledi:
“Firmaların bankalara verecek teminatlarının kalmadı. Finansmana erişim piyasadaki en büyük sıkıntı. Yavaş yavaş kredileri geri çağırma şikâyetleri de gelmeye başladı. Ayrıca bankalar kur farkından kaynaklanan borç artışları nedeniyle ek teminat istiyorlar.”
Tabii yazının başında da söylediğimiz gibi piyasalardaki bu nakit sıkışıklığı büyük ölçüde dövizdeki yükselişi durdurmaya yönelik faiz artışının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Üstelik Merkez Bankası’nın ‘öngörü ufku’ adı verilen tahmin skalasına göre her faiz artırımı yaklaşık dokuz aylık süre içinde piyasalara yansıyıp sonuçlarını gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de bugünlerde şikayetlere neden olan para yoksunluğunun en azından önümüzdeki yılın ikinci çeyreğine kadar etkisini daha da artırarak sürdürmesi olası.
Zaten bankaların kredi rakamlarına bakıldığında bu gelişmeleri somut olarak görmek mümkün. Bundan önceki dönemde yıllık yüzde 20’lerin üzerinde büyüyerek Türk ekonomisinde bugünkü sorunlara yol açan ‘aşırı ısınma’ya neden olan kredi artışı yönünü yeni yeni tersine dönüyor.
Piyasada nakit sıkışıklığına yol açan TL cinsi krediler ağustos ortasından itibaren küçülmeye başladı. Ve başlangıçta küçük kayıplarla başlayan bu süreç dozunu giderek artıran bir trende dönmüş gibi gözüküyor.
Merkez Bankası verilerine göre Türkiye’deki bankaların verdiği krediler 17 Ağustos’tan itibaren düşüşe geçerken 19 Ekim’e gelindiğinde TL krediler 42 milyar TL, döviz cinsi krediler de 2.5 milyar dolar azaldı.
Toplamda daralma 55 milyar TL’ye yaklaştı. Bu rakamlar TL cinsi kredilerde son iki ayda yüzde 3, döviz kredilerinde ise yüzde 2 nominal küçülmeyi ifade ediyor. Çok büyük görünmese bile son beş yılda ortalama yıllık yüzde 20 kredi büyümesine alışmış bir ekonomide kredilerin nominal olarak azalışa geçmesinin piyasada reel bazda ağır bir şoka yol açtığını söylemek yanlış olmaz.
Son bir yılda TL kredilerde nominal büyüme yüzde 8’e gerilerken enflasyondan arındırıldığında kredilerle sağlanan alım gücü yüzde 15 azalmış durumda. Kredilerin büyümenin itici motoru olduğu düşünüldüğünde ortaya çıkan rakamların Türkiye ekonomisindeki daralmanın boyutu hakkında verdiği sonuçlar oldukça çarpıcı.
Tabii olumsuzluklar bununla da sınırlı değil. Veriler bize piyasalardaki kredi bunalımının giderek hızlandığını söylüyor. TL krediler açısından bakıldığında son dokuz haftada yaşanan kredi küçülmesinin beşte birinin 12-19 Ekim haftasında yaşandığı görülüyor. Keza aynı haftada döviz kredileri de 1 milyar dolarlık azalışla dokuz haftalık toplam küçülmenin yüzde 40’ını yaşamış durumda.
Rakamlar biraz daha ayrıntılandırıldığında sonuçlar daha da çarpıcı hale geliyor. 17 Ağustos’tan sonra özel ve yabancı sermayeli bankaların öncülüğünde başlayan kredi küçülme trendine ekim başından itibaren kamu bankalarının da dahi olduğu ortaya çıkıyor.
12-19 Ekim haftasında yaşanan toplam 8.8 milyar TL’lik kredi küçülmesinin 4.1 milyar lirası kamu bankalarının kapattıkları kredilerden kaynaklanıyor. Oysa kamu bankaları başlangıçta kredileri küçültmemek için önemli bir direnç göstermişti. Kamu sermayeli bankalar AKP’nin bir oy kaldıracına dönüştürdüğü kredi bolluğu ve ekonomik büyüme politikasının lokomotifi olduğu için son derece önemli.
Piyasa koşullarını ağırlaştığı dönemlerde bile politik görünümü kurtarmak için kamu bankalarına zararına kredi vermesini teşvik eden AKP iktidarı açısından yolun sonuna gelindiğini işaret ediyor.
Kredi rakamları detaylandırıldığında sonuçlar daha da ilginçleşiyor. Örneğin TL cinsi kredilerde 17 Ağustos-19 Ekim arasında yaşanan toplam 42 milyar liralık daralmanın tamamı ticari ve bireysel krediler kaynaklı. Diğer kredi türlerinde ise küçülme yok.
Ticari ve bireysel kredilerin önemi ise ekonomideki iç talep ve günlük işleyişle doğrudan ve birebir ilgili olması. Dolayısıyla bu kredi daralması ülkedeki tüccar kesimi açısından en az döviz artışı kadar yaralayıcı ve sıkıntı verici oluyor.
Tüm bunların temeli ise kuşkusuz bankacılık sektörünün kaynak maliyetiyle ilgili. Ülkede kredilerin temel kaynağı olan tasarruf mevduatları için bankaların ödediği bedel, son altı ay içinde ikiye katlanmış durumda. Daha önce düşük faiz oranlarıyla bağlanan mevduatlar da vadesi doldukça yüksek faiz oranlarıyla yenileniyor.
Dolayısıyla sadece yeni mevduatlar değil, tüm mevduat stokunun faiz maliyeti giderek artıyor ve bankaları daha yüksek faizden ve seçici olarak kredi vermeye başlıyor. Dövizde sağlanan sakinleşme ve düşüş ne mevduat ne de kredi faizlerine yansımıyor ve Türk ekonomisi giderek daha fazla daralma batağına gömülüyor.
Kaynak: Ahval
Aktif Haber http://aktifhaber.com/ekonomi/kamu-bankalari-da-frene-basti-krediler-2-ayda-55-milyar-tl-daraldi-h124516.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder