“Cemaat’ten nefret ediyorlardı, öldürecekler sandım” - TRHABER

TR Haber | Tüm Haberler | @Tr__Dunya @Tr__Spor @Tr__WEB @trhbr1 @Tr__Teknoloji hesaplarımız twitter tarafından kapanmıştır. ==>> @Tr_Hbr_ @TR__Tube @Magduriyetler_ @Tr__Ekonomi Tr__News hesapları aracılığıyla yayındayız.

 TR NEWS
LightBlog

31 Ekim 2019 Perşembe

“Cemaat’ten nefret ediyorlardı, öldürecekler sandım”



Tr724.com'dan LEVENT KENEZ'in haberine göre; “Türkiye’de yatmaktansa yine olsa yine Fas’ta hapis yatarım” diyen işadamı, Türkiye’deki cezaevi koşullarının çok daha kötü olduğunu, Fas Hükümetinin gecikmeli de olsa son tahlilde uluslararası hukuka saygılı davrandığını söylüyor ve ekliyor: “Benim ülkem bunu yapmazdı.”

İlk olarak İngilizce yayın yapan Nordic Monitor’de haber olan hikayenin tamamı duyanları hayrete düşürüyor. İşte Afrika’dan Avrupa’ya uzanan o müthiş hikaye:

15 Temmuz darbe girişiminden 3 ay önce Fas’a gelen işadamı E.A., 2016 Ağustos ayında evine baskın yapıldığını haber alınca haksız tutuklanma ve kötü muamele endişesiyle Türkiye’ye dönmekten vazgeçer. Bir suçu olmadığını düşünen işadamı kendisi hakkında açılan dosyayı merak eder ve dosyaya bakması için bir avukat tutmaya karar verir, Türk büyükelçiliğine giderek vekaletname vermek için başvuruda bulunur. İsminin kara listede olduğu söylenerek işlemi gerçekleştirilmez. Avukat tutamadığı için üzülürken henüz başına geleceklerden habersizdir. Türkiye’nin Rabat Büyükelçiliği Ankara’ya kendisinin Fas’ta olduğunu çoktan haber vermiştir.

Hakkındaki dosyayı yürüten savcı Gökalp Poyraz, Adalet Bakanlığı aracılığıyla Fas adlî makamlarına bir dilekçe yazarak işadamının Türkiye’de aranan bir terör şüphelisi olduğunu belirtir. Savcı, Türkçe yazdığı mektupta şüphelinin Zaman Gazetesi abonesi olduğunu, gazeteye 10 tane abone bulduğunu, Gülen Cemaati’ne bağlı okulların yönetiminde olduğunu ve Bank Asya’da hesabının olduğunu delil olarak sunar.



Darbe sonrası Türkiye’den gelen resmî talebi dikkate alan Fas yetkilileri, güvenlik güçlerine talimat vererek E.A.’yı işyerinde gözaltına aldırır. Prosedürden habersiz, doğruca havaalanına gideceğini ve ilk uçağa bindirileceğini sanan işadamı Faslıların mahkemeye çıkacağını ve Türkiye’ye iadesine mahkemenin karar vereceğini söylemesi ile ilk şoku atlatır. Ama gergin bekleyiş başlamıştır.




1 ay sonra hakim karşına çıkan işadamını, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tahsis edilen bir avukat savunur. Avukat, Türkiye’de işkence ve kötü muamele olduğunu, müvekkilinin avukat dahi tutamadığını anlatır. Hakimin elindeki iade talep kağıdının bile Türkçe olduğunu hatırlatan avukat iadenin durdurulmasını ve BM’nin olay ile ilgili görüşünün beklenmesini talep eder. Mahkeme, bu talebi kabul eder ancak bu süre içerisinde tutukluluğun devam etmesine karar verir.

Türkiye’ye iadesi şimdilik durdurulan işadamı bunun tesellisi ile cezaevine konacağını ehven-i şer sayar, yıllarca yatacak değildir ya. Sále 2 hapishanesine konulacak işadamı için sevk kağıdında terör şüphelisi denmiştir. Hapishane yönetimi dosyasından bihaber, gelen misafiri terör koğuşuna yerleştirir.

O zamana kadar ‘sabır’ diyen E.A.’yı burada bir sürpriz beklemektedir. Çünkü terör koğuşu denen yer IŞİD şüphelilerinin kaldığı 6 kişilik hücrelerden oluşan 250 kişilik kocaman bir kutudur. Kafa kesen canilerin arasına yerleştirileceğini duyduğunda şok yaşayan E.A.’nın korkularının aksine koğuş arkadaşları onu gülücüklerle karşılar. E.A.’nın Türkiye’den geldiğini öğrenen mahkumlar ona büyük ilgi ve alaka gösterirler. Ancak bu durum çok da fazla sürmeyecektir…

“SENİN ARKADAŞLARIN YERLERDE YATIYORDU!”

Hemen hemen hepsinin yolu Türkiye’den geçmiştir ve Türkiye’ye karşı büyük bir sevgi duymaktadırlar. Hele Erdoğan’ı yerlere göklere sığdıramamakta, onu İslam dünyasının lideri olarak görmektedir. Ve gelen misafir bütün bunlardan habersiz neden hapiste olduğunu söyleyiverir. Gülen yüzler asılır, dost ülkenin dost insanı gitmiş artık yerine Ulü’l Emr’e başkaldırmış, halifeye ihanet etmiş bir mürtet gelmiştir.

E.A. nasıl olur da Cemaat’i bu kadar yakından tanıdıklarına hayret eder. Zaman içerisinde öğrenir ki birçoğu Türkiye’de oldukça rahat şartlarda hapishanelere kalmış ve hapishanedeki Gülen cemaati mensuplarından haberdar olmuş ve haliyle epey bilgi edinmişlerdir. Ve pek tabi Türkiye’de tutuklananlar, cemaatçi diye bildikleri insanların işlerine engel olduğunu unutmamıştır.

“Sizin arkadaşlarınız Aliağa’da yerlerde yatıyordu” diyen mahkumlardan öğrendiğine göre bir IŞİD mensubu Aliağa Cezaevi’nde pembe oda hakkını kullanarak baba sahibi bile olmuş. Bu hak bugün hiçbir siyasi ve terör mahkumuna kullandırılmıyor.

Türkçe birkaç kelime hatırlasalar da İstanbul’daki semt adlarını sokaklarına varana kadar çok iyi bildikleri aklında kalanlardan. Beşiktaş, Avcılar, Fındıkzâde ve Aksaray en iyi bildikleri yerler. Sınır geçmek için İstanbul’dan Urfa’ya otobüslerle nasıl gittiklerini, yolda hiç durdurulmadıklarını hatta kendilerini fark edip tanıyan jandarmanın nasıl geç geç yaptığını anlatmışlar.

Geçmişte de Haricilere ait en bilinen özellik olan çok ibadet etmelerini not düşüyor E.A., belki de hikayenin İslam dünyasına bakan en hazin kısmı olarak, “Ama tekfir etmedikleri kimse kalmamıştı” diye de ekliyor.

Bir de deli gibi spor yapmaları aklında kalmış. “İnanılmaz şınav çekiyorlardı, yan yana atlaya atlaya, görmeniz lazım. Spor artık bir ihtiyaçları olmuş, günde birkaç saat yapmadan duramıyorlardı” diyor. “Bu kadar niye spor yapıyorsunuz?” sorusuna da dürüst cevap vermişler: “Çıkınca zinde olmamız lazım ki yine cihada gittiğimizde formda kalalım”. Spor olayının pek masum olmadığını fark eden cezaevi yönetimi sporu yasaklamış ama geceleri ya da kendi hücrelerinde yapmaya devam etmişler.



“Senin ailende Müslüman var mı?” sorularına artık alışsa da zaman zaman muhabbetler tartışma ve kavga noktasına gelmeden bitmez olmuştur. Bir keresinde elindeki çaydanlığı kendisine fırlatacak mahkum son anda vazgeçmiş, bir diğeri de eliyle kafa kesme işareti yaparak tehdit etmişti. “Beni öldürecekler sandım diyen” E.A. cezaevi yönetimine başvurarak başka yere naklini ister. Bu talebi kabul edilmez ancak koğuş arkadaşlarının seçiminde dikkatli olurlar. 8 ay sonrasında biraz daha rahatladığını yönetimin kendisine kolaylıklar sağladığını 726 gün hapis yatsa bile vefanın gereği olarak söylemeden geçemiyor.

“Sağlık kontrolüne eli kelepçeli götürüyorlardı, doktor karşısında da eliniz kelepçeliydi, beni en çok bu zorluyordu” sözlerini duymak hiç şaşırtmıyor. “Bu çağda böyle şey olur mu ya?” diyecek hal kalmadı zira. Hafta içi 3 saat havalandırma izni varmış. E.A. kendisini okumaya ve İngilizce öğrenmeye adamış 61 yaşından sonra.

“Artık derdimi anlatacak kadar İngilizce biliyorum” dedikten sonra başlıyor İngilizce konuşmaya. Tercüme edersek “Hapse girene kadar hiç İngilizce bilmiyordum, orada öğrendim” diyor.

“Acemiliklerimiz de oldu tabi. Boş boş oturacağımıza bari bir işe de yarayalım, mahkumlara ders verelim mesela Türkçe öğretebiliriz dedik. Demez olaydık, zaten Türkiye’den gelmiş bu sabıkalı tiplerin bir de Türkçe öğrenme ihtimaline cezaevi büyük tepki gösterdi, işte o zaman biraz gerildik”.

Fas hükümeti, IŞİD şüphelilerin rehabilitasyonu için bir yol geliştirmiş. Fas’ta hiçbir suç işlemeyenler ve haklarında güçlü deliller olmayanlar için 2 yıl dini eğitimi de kapsayan bir program öneriliyor ve sonunda eğer radikal düşüncelerinden kurtulduklarını ispat ederlerse serbestler yoksa minimum 15 yıl cezaevi hem de şimdikinden çok daha kötü şartlarda.

Doğal olarak hepsi kabul ediyormuş. “E peki takiye yaparlarsa” diye sormadan edemiyor insan. Belli ki onlar da Fas hükümeti de şanslarını deniyor.

Günler günleri, aylar ayları kovalar ama BM’nin de bir türlü kararı gelmez. İlk anda imdada yetişen BM iadeyi durdurmuştur durdurmasına ama bu sefer de Fas’ta cezaevinde unutmuştur E.A.’yı. “Artık kader bizi buraya mahkum etti “diye düşünüp 726.günü doldurduğunda gardiyan gelir müdürün odasına götürür. “Serbestsiniz, kapıda polis aracına binip gidiyorsunuz” der müdür. Kendisi ile aynı kaderi paylaşan arkadaşı ile göz göze gelirler. Gerçekten serbest mi kalmışlardır yoksa direk Türkiye’ye mi yollanacaklardır emin değildirler. Cezaevi müdürünün bunlar ne yapıyor böyle bakışları arasında avukatımız gelene kadar çıkmıyoruz derler. Müdür dertlerinin ne olduğunu anlayınca teminat verir. “Düşündüğünüz gibi değil hadi çıkın” diye başlayan ikna “defolun gidin artık işimiz var”a kadar uzar ama bizimkiler de duyduklarından ders almıştır. En sonunda E.A. “bu dünyada daha ne gelecek ki başımıza” der gider biner polis aracına, az biraz uzaklaşmışlardır ki gardiyanlar diğer mahkumu da karga tulumba araca bindirirler.

İstikamet doğru BM ofisi. BM ofisinde kendilerini bir Avrupa ülkesinin kabul ettiğini öğrenirler, birkaç gün içerisinde Fas’ı terk edecekleri söylenir. “Ama siz yine çok dışarda gezmeyin” diye nazikçe uyarırlar. Filmi biraz geriye sarınca yeni şeyler de öğrenirler. BM İnsan Hakları Komiserliği, Fas hükümetine E.A. için hukuk literatürüne girecek bir dosya yollamıştır. Türkiye’de kötü muamele ve işkencenin olduğunu da kayda geçiren belge E.A.’nın derhal serbest bırakılmasını talep ederken kendisinin BM nezaretinde 3.bir ülkeye transferinin yapılacağını da tebliğ etmektedir.

Fas hükümeti kendisine gelen bu talebi kabul eder ve E.A.’yı Türkiye’ye yollamaktan vazgeçer.

726 günlük mahpusluğun ardından E.A. şimdi bir Avrupa ülkesinde. “Geldiğimde hepsi ile Ingilizce konuştum” diyor. Şimdi yeni bir dil daha öğrenmek için her sabah kursta hem de 61 yaşından sonra.

E.A.’nın en büyük üzüntüsü hapishanede tutmaya başladığı günlüğü, dışarıya kağıt çıkarmanın çok büyük bir suç olmasından ötürü “Ne olur n’olmaz bir de bundan yatmayalım” diye yarım bırakması.

Hikayesinin bütün ayrıntılarını özgürce anlatabileceği ana kavuşmanın hayaliyle yine gün sayıyor.


KAYNAK: ​Tr724



Kaynak: http://aktifhaber.com/15-temmuz/cemaatten-nefret-ediyorlardi-oldurecekler-sandim-h139334.html

1 yorum:

  1. Sınav itirafları hakkında: Geç kalmış bir hasbihal 3 Yazar Ahmet Dönmez ahmetdonmez.net ...nice insanlar haksız yere ‘soru çalma’ iddiası ile gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.Neden?Eski Genelkurmay İstihbarat başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin,Youtube’daki Neyin Nesi TV’de yaptığı açıklamada:“Bu çocuklar tam da komuta kademesinin istediği çocuklar.Yani zeki,‘emredersiniz’diyor,çok fazla eleştirmiyor,her türlü görevi yapıyor.Bunların hepsi çok çalışkan insanlar olmuşlar, yani bana da deseler şimdi‘Kimleri seçeceksin?diye, onlardan seçerim.“Soru verme de orada sistematik olarak yapılan bir uygulamaydı.Kesin konuşuyorum,evet.Çünkü ‘soru çalma’ iddiaları gerçek, biliyorum.Hem “Soruları aldım” diyen hem de “Soruları verdim” diyen onlarca isimle konuştum.Dinlediklerimin doğruluğunu farklı kaynaklardan teyid ettim.Müstear adıKerem’in kastettiği vicdan azabı veren bu işler arasında soru verme de vardı.“Mesela bir arkadaş GATA’ya girecekti.Sorular verildi” diyor.Peki sorular nasıl veriliyordu?Müstear adı Polat… Bu kısmını da ondan dinleyelim: Bu soru çalma meselesiYüzde yüz canım!Ben kendim kaç tane öğrenciye verdim.İçinde olmasam ben de komplo teorisi derim.İsmi bile var bu işin: ‘Fetih okuma’. Sınav sorularını vermenin şifreli adı ‘Fetih okuma’dır.”Polat,işleyen sistemle ilgili şu tür detaylar veriyor:“Ben kendi baktığım birim için söyleyeyim. Mesela kurum içi sınavlar oluyor. Terfi sınavları. Arkadaşlardan uygun gördüğümüze diyoruzki,‘Bu sınava başvur.Şu şu kitapları al, şu testleri al, çalış’.Bunu söylerken işyerinde çalışması özellikle vurgulanır.Böylece herkes onu çalışırken görür.O sınava gireceğini herkes bilir.Hiç bir zaman kişiye,‘Sana soru vereceğiz, rahat ol, sıkıntı yok’demeyiz.Arkadaş zaten sınava hazırlanır.Sınava bir veya iki gün kala Fetih okuma olayı gerçekleşir.Sorular bize yukarıdan dijital ortamda gelir.Diyelim ki 100 soruluk sınav; A paketinde 70 tane soru, B paketinde 70 soru, C paketinde 70 soru var ama bunlar aynı 70 soru değil. Birbirinden farklı 70 soru, ki aynı şıkları işaretlemeleri tedbirsizlik olur. Sonra dijital ortamda sorular verilir.Kağıt kalem kullanmak yasaktır.Arkadaş iki-üç saat bilgisayar ortamında sorulara ve cevaplarına bakar.Yüz sorudan yetmiş tanesi moda-mod sorudur.10 tane,15 tane de kendisi yapsa başarılı bir şekilde sınavı kazanır. 100 sorunun hepsi verilmez.Çünkü hepsini doğru yapar, bu da tedbir açısından sıkıntı doğurur.Zaten baraj70’tir.Belki sorular verilmese de arkadaş kazanacak ama riske edilmiyordu. Diyelim ki oraya 30 kişi alınacaksa 30’unun da bizden olması isteniyordu.17Aralık sürecinden sonra sorular dijital gelmemeye başladı.Peki bu sorular nereden geliyordu?Polat“Başımızdaki kişiden geliyordu.Ancak sadece askeri okul sınavları değil.KPSS,TUS,YDS(Yabancı Dil Sınavı) da geliyordu.ALES de geliyordu.Hepsi geliyordu.ÖSYM’nin yaptığı sınavların soruları da geliyordu.Ben konumum itibariyle bunların hepsini bilgi ile söylüyorum size.”cevabını veriyor.Müstear adı Halil“Ben bu göreve gelince hep merak ettiğim, ‘soru çalma’ şayialarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığını öğrenmek istedim.Eskiden beri bu hizmetlerde bulunan bir arkadaşla yürürken,‘Sınav soruları meselesinin de amma suyu çıktı ha!’ dedim.Arkadaş beni o birimde eski zannetti ve dedi ki, ‘Hocam eskiden biz sinevizyondan yansıtır yemin ettirirdik, şimdi ise sorular elden ele dolaşmaya başladı’Ben meseleyi biraz daha kurcalayınca arkadaş dedi ki, ’17-25’ten sonraki yıl bile falanca sınavda bu iş devam etti. Bazı branşlarda 12-13 yıldır, bazılarında 7-8 yıldır soruları veriyoruz.’ diye anlattı.Meğer yıllardır bu iş yapılıyormuş.Başımızdaki arkadaş bana dedi ki,‘Abi bunlar konjoktürel şeyler.Türkiye’nin gerçekleri bunlar.Abiler mutlaka Hocaefendi’nin onayını almışlardır.’Bu son 4 yılda soru aldığını ve verdiğini bizzat söyleyen onlarca kişi ile konuştum.Tanıdığım bir aile, bu soru çalma mevzuundan dolayı travma yaşıyor.Başından beri iddiaların gerçeği yansıtmadığını savunan bu aile, geçtiğimiz günlerde kendi oğullarının,“Biliyor musunuz, polis akademisi sınavlarının soruları bana verilmişti” itirafı ile sarsıldı.

    YanıtlaSil