Türkiye uzun bir zamandan beri beyin göçü veriyor ve bunu durdurmanın gerekli olduğuna inanmayanların elinde her gün daha çok değer kaybediyor. Bir dönem dünyada eğitim seferberliği başlatacak kadar nitelikli bireyler yetiştiren bu ülke, şimdi iş yapma fırsatlarını tıkadığı genç ve orta yaş grubunda kapasiteli birçok evladını kaçırıyor.
Eğitim sistemi, uzun yıllar yeni nesilleri motive etmekte zorlandı, sadece ortalamanın üstünde yeteneğe sahip olan gençler kefeni yırtıp yukarı tırmanma fırsatı yakaladı. 40,50 hatta 60’lı yıllarda önce köy enstitüleri, sonra birkaç yerde açılmış yatılı öğretmen okulları, taşradan gençleri bulup çıkarmada aktif rol oynadı. Ülke genelinde yapılan sınavlar sonucu başarısını kanıtlayan gençler eğitimle yükseldi ve etkili konumlara geldi.
70’ten sonra mesleki becerilerde yüksek öğretim mezunları aranmaya başlayınca, öğretmen ihtiyacı, 2-3 yıllık eğitim enstitüleriyle, diğer meslekler 4 yıllık üniversite mezunlarından karşılandı. 80’e kadar gençleri sağcı solcu diye böldüler, özellikle yüksek öğretim kurumları büyük çatışmalara sahne oldu. Darbeden sonra görevi devralan Özal ve ekibi kamplara ayrılmış kesimleri birleştirmek için çok efor sarf etti. Yöneticiler gençlerde eğitime ilgiyi artırmak için farklı yollar denedi.
İlk etapta Milli Eğitim’e bağlı olan ve sürekli bakana göre kadrosu değişen eğitim enstitüleri, üniversitelerin bünyesine alınarak siyasetin etkisinden kurtarıldı. Bakanlık daha çok ilk ve orta öğretime yoğunlaşınca, bazı büyük şehirlerdeki Anadolu ve Fen Liseleri diğer illere doğru yayıldı, böylece orta halli ailelerin çocuklarına fırsat doğdu. Ülke genelindeki sınavlarla seçilen gençlere büyük imkân sunan bu okullar, taşrada imkansızlıklar içinde kıvranan halkın çocukları için bir çıkış yolu oldu.
Genelde ayrıcalıklı kesimlere hitap eden ODTÜ-Boğaziçi-Bilkent gibi eğitim dili İngilizce olan üniversitelerde fakir halkın çocukları da okuma imkânı buldu. Anadolu değerleriyle bezenmiş olarak gelen gençler için o güne kadar kendilerine kapalı olan birçok yerin kapılarını aldıkları üst düzey eğitimle araladı. Hem bulundukları görevlerde insan kalitesi yükseldi, hem de Anadolu insanına özgü herkesi kucaklayan değer yargıları oraya taşındı. Ülkenin düşünen ve üreten insan profili zamanla değişti ve bu bir süre sonra her alanda etkisini gösterdi.
Suçlularla yanlış ilişkilere giren, onları aşağılarsa etkili olacağını sanan emniyet görevlileri gitti, yerini suçlu bile olsa ona insana değer veren eğitimle onu yanlıştan korumayı düşünenler aldı. Adli işlemlerin rüşvet karşılığı yürütüldüğü mahkemeler, yerini adil karar vermek için kılı kırk yaran hâkim ve savcılara bıraktı. Görevde yükselmeler keyfi olmaktan çıkınca makamlar sadece belli kesimlerin inhisarından kurtarıldı. Daire başkanlığından genel müdürlüğe kadar devletin üst yönetim kadrolarında topluma ait değerleri koruyanlara da yer açıldı, onlar alt kadrolarını buna göre yönlendirince yönetenlerle halk arasındaki mesafe kapandı.
Bütün bu değişimlerde iki farklı faktör rol oynadı.
-Fakir halkın başarılı çocuklarının eğitimle yükselmesinde, Ankara dışındaki illerde açılmasına imkân tanınan Fen liseleri ve ülke geneline yayılan Anadolu liseleri etkili oldu.
-Aynı dönemde sınavla öğrenci alan liselere hazırlık amacıyla hizmet veren kurslar yayılınca, ‘bizden bir şey olmaz’ diyerek kabuğuna çekilmiş Anadolu halkı umutlandı toplumda eğitim talebi artmaya başladı.
Yıllardır dindarlarda öğrenme isteği uyarmak için çabalayan, çocukları köyden bulup çıkararak topluma kazandıran Fethullah Gülen halktan gelen bu talebe çok önem verdi, onu dinleyenleri teşvik etti. Kazancı az olduğu için diğer dershaneler uzak durdu, ihtiyacı kazanç beklentisi olmayan gönüllüler karşıladı. Açıldığında rekabette zorlansalar da eğitim beklentilerinin güvenli ortamdan karşılandığını gören ailelerin zamanla ilgi odağı oldu.
Hizmet kalitesini artırmak için çok emek sarf edildi, herkesin yüksek motivasyonla çalıştığı kurumlarda, ortak akılla üretilen faaliyetlerin hata oranı giderek azaldı, topluma kendini kabul ettirdikçe rekabette öne geçti. Dershaneleri özel okullar, onları üniversiteler izledi ve eğitimin her kademesinde kurumların başarısı ülke sınırlarını aştı ve Türk cumhuriyetleriyle başlayan yurt dışı eğitim seferberliği dünyanın birçok yerine yayıldı.
Çiçeği burnunda elemanların fikir alışverişiyle geliştirdiği yöntemler, gazeteler-televizyonlar-dernek ve vakıfların kalitesini yükseltti imrenilecek hale geldiler. Bu katılımcılarda büyük bir heyecan dalgası oluşturdu, ülke sınırları içine hapsolmuş Anadolu insanı önce yurt içinde sonra yurt dışında ürettiği hizmetlerle takdir topladı.
Karanlık emelleri olan art niyetli kesimler, gelişen bu hizmetlerden rahatsız oldu, 2013’ten sonra kıskançlık histerisi içindeki bir kadroyu sopa gibi kullanarak yurt içi ve dışında yıpratıcı faaliyete başladılar. Türk cumhuriyetleri ve Afrika ülkelerini evhamlandırdılar, bazılarını yaymayı planladıkları MEB vakfına aktardılar, gidilen ülke ihtiyacını bilmeyenlerce yönetilen vakıf, gasp ettiği faaliyetleri sürdüremedi çoğunu kısa bir süre sonra kapattı.
Menfaat etrafına birleşmiş kirli ortaklar yalanlarıyla toplumu uyuttu, 15 Temmuz ile tüm gönüllü faaliyetlere son verdiler. Çalışanlardan başlayarak, destekleyenlere kadar milyona baliğ insanı hazırladıkları fişleme listeleri üzerinden suçladılar, ülke ve dünyanın geleceğini aydınlatmak için hayatını ortaya koymuş, çok güçlü dayanışma ağlarıyla birlikte faaliyet yürütmüş on binlerce insanın hizmetini elinden aldılar. Yoğun tempoyla iş yapmış kadroları bir anda iş yapamaz hale getirdiler. Kurumlarda çalışan, yetki kullanmasına izin verildiği için sürekli yeni projeler geliştirmiş insanların, tüm yardımlaşma yollarını yıktı kazanılmış deneyim ve heyecanın önünü tıkadılar.
Katlanarak büyüyen hizmet kültürüyle yetişmiş insanlar iş yapmasının engellenmesini kabullenmekte zorlandı. Yöneticisinden diğer görev yapanlarına kadar organizasyonda yer alan herkes yüksek hedef ve ideallerini yenilemek zorunda kaldı. Birçoğunun önceki tüm birikimini terk etmesi, hayata farklı bir mecrada yeniden başlaması gerekti.
Bu aniden ortaya çıkan hiç alışık olmadıkları yeni duruma ayak uydurmak kolay olmadı. İhraç edilen üst düzey kadrolar eğer dil biliyorsa gittiği yerde aynı alanda yeniden yer edinme yolu aradı, bulamayan alan değiştirerek hayata tutundu. Dil bilmeyenler uzun eğitim süreçlerine katlandı, belli bir dönem yaşam standardını düşürdü asgari şartlarda hayat sürdürmeye mecbur oldu.
Salih Hoşoğlu tr7/24’teki yazısı bu dönemi yaşayanların karşılaştıkları muhtemel problemleri masaya yatırıyor. Ortalama 40-50’li yaşlardan sonra ülkeyi terk eden insanların statüsünü kaybetmesi, tüm dostlarını bırakıp ayrılması, hayata sıfırdan başlamak zorunda kalması kolay değil. Üstelik onların arasında;
-Kalabalıklara hitap ederek yön vermiş çok büyük başarılar imza atmışlar,
-Yanında onlarca yüzlerce insan çalıştırmış iş adamları,
-Herkesin beğenisini kazanmış parmakla gösterilenler,
-Kendi donanıma uygun bir iş bulma imkânı olmayanlar,
-Gittiği yerde kıskançlıkla karşılaşan, ayrımcılığa maruz kalanların vb. bulunduğunu da düşünürseniz.
Uyumda zorlanıp özgüven kaybı yaşayanların olması belki anlayışla karşılamak gerekiyor.
Ancak, bu vb sebeplerle ümidi sarsılanlar, durağanlaşıp yaptığı işlerden elini eteğini çeker, kaybettiği heyecanı geri kazanma gayreti olmazsa hedefini koruması kolay değil. Takdir edildiğinde koşturan, tenkit edildiğinde hayal kırıklığı yaşarsa, olayları sağlıklı değerlendirmekte zorlanır. Gönül kırıklığı, maddi hayatına zarar verdiği gibi manevi hayatı da etkileyebilir, yüce yaratıcıya karşı itimadı zarar görebilir.
Olaylara bütüncül gözle bakanlar, arka plandaki hikmet ve maslahatlara yoğunlaşanlar, alkışlar kesildiğinde takdir edenler etraftan dağıldığında da enerjisini koruyanlar, daha sağlıklı düşünür daha isabetli karar verebilir ve yeni çıkış yolları ile bu girdaptan kurtulabilir.
Böyle dönemlerde dua ve ibadetlerde canlanmaya ihtiyaç var.
Mesela namazla işe başlanabilir, mana ve muhtevaya ağırlık vermeyle yakalanacak huşu iç dünyamızdaki gelgitlere son verir, olaylara göğüs germe direnci artar.
Her yere insanlık mesajları götürürken, aniden karşılaştığımız bu süreci doğru okumalı, geçmişte kazanılan tüm konumların alınması bir musibet gibi görünse de yaşanan olumsuzluklara takılmamalı, yaşananları Allah’ın, kendini beğenmekten güç sarhoşu olmaktan korumak için gönderdiği ikramlar olduğunu düşünmeli. Sağlıklı bir bedenin kendini yenilediği gibi, yeni yol ve yöntemler geliştirerek maddi manevi donanımızı tazelemeli.
Dünyevi ihtiyaçlarımızı karşılamak için elimizden gelen gayreti gösterirken, bir yandan da onun hoşnutluğunu kazanacak şekilde hayatımızı düzenlersek dünya ve ahiret kaybını azaltarak bu süreci atlatmak kolaylaşır.
İsmail S. Gülümser
Kaynak: https://aktifhaber.com/analiz/ismail-s-gulumser-itibar-gormediginde-bile-canliligini-koruyan-kazanir.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder